-- Adversting 9 REKLAM ALANI --
…Ertesi gün okullar açılıyordu. Süllü’nün kaldığı halasının evi Koca Çeşme mahallesindeydi. Tam Salihli’nin merkezindeydi. Okul ise Salihli’nin Güney doğusunda Göçmenler mahallesinin yanındaydı.
Süllü sabah kahvaltısını yaptıktan sonra doğru okulun yolunu tuttu. Okul eve yaya on beş dakika sürüyordu. Okula vardı. Okul müdürü ve öğretmenler, bütün öğrencileri üçerli sıraya soktu. Birinci sınıfa yeni gelenleri, isim isim okuyarak bir yerde topladılar. Yeni öğrencileri sınıf sınıf ayırdılar. Boy sırasına koyuldular. Süllü’nün boyu uzun olduğu için en arkaya düştü. Okul Müdürü, kısaca okulu tanıttı. Okul kurallarıyla ilgili uzun bir konuşma yaptı. Müdürün konuşması bittikten sonra, öğretmenler kendi sınıflarını alarak sınıflarına götürdüler. Sınıfta da önde küçük boylular olmak üzere, boy sırasına göre oturttular.
Süllü her ne kadar halasının evi olsa da çekingen davranıyordu. Fakat Cemali dede onun bu halini gördüğü için, Süllü’ye çarşı Pazar gezmek bahanesiyle yanında çarşıya götürüyor, birlikte gezip tozuyorlardı. Hem de başından geçen olayları anlatıyordu. Cemali dedenin başında örgülü fesi ve aksakallarıyla güngörmüş, tecrübe harmanı bir insandı. Süllü, Cemali dedenin anlattıklarına iyi kulak veriyor, bazılarını da eve gelince deftere yazıyordu. Cemali dedenin bir radyosu vardı. Akşam haberlerini hiç kaçırmazdı. Süllü ders çalışıyorsa radyonun sesini iyice kısar, radyoyu kulağına dayar öyle dinlerdi. Süllü’yü rahatsız etmekten oldukça sakınırdı.
Münevver halası Süllü’ye her gün, “Süllü oğlum hangi yemeğe canın istiyor söyle onu yapayım” diye sorardı.
Süllü halasının yaptığı bütün yemekleri çok severdi. Ancak nar gibi kızarmış, karnabahar kızartmasına bayılırdı. Her hafta halası da mutlaka bir iki defa yapıverirdi. Münevver halası karnabaharı öyle güzel kızartırdı ki, nar gibi rengiyle, iştah açardı. Yaptığı otlu börek ve susamlı baklavaları yedikçe yiyesi gelirdi.
Süllü hafta sonları halasıyla pamuk tarlalarına yevmiyeyle pamuk toplamaya giderdi. Yevmiye on altı liraydı. Aldığı yevmiyeyi halasına vermek istese de, halası almazdı. Oğlum o para senin kazancın. İstediğin gibi harca, harçlık yap, ihtiyaçlarını gider diyerek almazdı.
Süllü de bak hala, benim bütün ihtiyaçlarımı siz karşılıyorsunuz, benim gönlüm böyle istiyor dese de halası kabul etmezdi.
Lise dersleri Süllü’ye zor gelmiyordu. Sadece atölye uygulamaları biraz yorucuydu. Biraz yaşlıca olan Fahrettin hoca, birinci sınıfların ellerine yüz milimetre boyunda, elli milimetre genişliğinde ve on milimetre kalınlığında bir demirle, kocaman bir eğe vermişti. Yanında birde sarı samanlı kâğıda çizilmiş bir iş resmi. Bu demir parçasının bütün yüzeylerini, gönyelerine getirilmesini istemişti.
Süllü haftalarca o demirin gönyesine getirilmesi için eğe sallamaktan hayli sıkılmıştı. Ancak her mesleğin zor tarafının olduğu gibi, kolay tarafının da olduğunun farkındaydı. Süllü kendini en ağır şartlara göre hazırlamasını bilecek kadar tecrübeye sahipti.
Ancak bu atölye uygulamaları devam ederken, Fahrettin hoca her öğrenciye birer küçük dolap gösterdi. Bu dolaplara herkesin dışarıdan kilit alıp getirmesini istedi. Süllü de denileni yaptı. Fahrettin hoca kilit menteşelerinin dolaplara vidalarla nasıl takılacağını anlattı. Sonra bütün öğrencilerin menteşeleri takmasını istedi. Süllü menteşeleri ağaç vidalarıyla yerine taktı. Fakat menteşelerden birisi biraz yukarıya takıldığından, iki menteşe tam olarak karşı karşıya gelmiyordu. Taktığı vidaları tam çıkarıyordu ki, Fahrettin hoca yanında bitti.
Süllü ne yapıyorsun? Dedi.
Süllü; “Hocam bir tarafını biraz yukarıya takmışım. Söküp biraz aşağıya alacağım” dedi.
Bunun üzerine Fahrettin hoca, “demek devletin malına zarar verirsin öylemi. Seni dikkatsiz herif seni” deyip, Süllü’ye tekme tokat girişti. Tekme tokatla masayı iki kere döndürdü. Sonra, “sana bu ders olsun. Bir daha yaptığın işlerde on kere düşünüp bir kere yap. Bir daha böyle hatalar istemiyorum” dedi.
Süllü’nün yüzleri kıpkırmızı olmuş, eli ayağına dolanmıştı. Süllü ortaokulda da yurtaşlık bilgisi öğretmeninden de, böyle unutamayacağı bir dayak yemişti. Bu ikinci olmuştu.
Okul çapında bir piyes ve müzik etkinliği yapılacaktı. Bir gün Süllü’nün sınıfına üst sınıflardan iki öğrenci geldi. Dediler ki; “aranızda flüt çalabilen var mı? Okulumuzda mayıs ayında oynayacağımız bir piyes hazırlığındayız. Bu piyesle birlikte bir de müzik ekibimiz olacak. Ancak flüt çalan bir arkadaşa ihtiyaç var” dediler.
Süllü; “ben kaval ve flüt çalmasını biliyorum” dedi. O iki öğrenci, sen hemen bizimle gel o zaman. Özkan öğretmenimizle seni bir görüştürelim” dediler.
Süllü o iki öğrenciyle birlikte edebiyat öğretmeni Özkan beyin odasına gittiler. Odada da saz, Darbuka, davul, flüt vb. çalgı aletleri vardı.
İki öğrenci edebiyat hocasına odaya girer girmez, “hocam flüt çalan bir arkadaş bulduk getirdik. Adı da Süllü’ymüş” dediler.
Özkan öğretmen, otur oğlum şuraya bakayım” dedi. Diğer öğrencinin birine de, parmağıyla Flütü işaret ederek,“ “oğlum şu flütü getir arkadaşına ver” dedi. Süllü flütü eline aldı.
Öğretmen; “Dere geliyor dere, türküsünü bize bir çal da görelim. Müzik ruhun gıdasıdır…” dedi.
Süllü aldı flütü eline, türküyü çalmaya başladı. Çok da güzel çaldı. Öğretmen, “tamam oğlum tamam, gayet güzel çalıyorsun. Sen bu işi biliyorsun. Her hafta Çarşamba günü son ders bitiminden sonra bir saat burada çalışmamız var. Sende katılacaksın. Gösteri gününe kadar ekiple birlikte çalışacaksınız” dedi.
Süllü de, “tamam hocam katılırım. Ben saz da çalarım ama onu tam dört dörtlük çalamıyorum. İsterseniz ekipte eksik varsa onu da yapabilirim.
Öğretmen; “hayır Süllü, saz ekibimiz tamam. Sadece flüt çalacak adamımız yoktu. Sen flüt çal yeter” dedi.
Süllü, ancak Müziğin ruhun gıdası olduğuna ben inanmıyorum hocam diyerek şöyle” dedi.
“Deniyor ki müzik ruhun gıdası
Peki nedir bu kadar ruh hastası” dedi.
Özkan hoca, Süllü’nün bu sözüne karşılık vermedi. Sadece gülümsedi.
Süllü hem derslerini hem de müzik ekibindeki çalışmalarını aksatmıyordu. Okula da her gün yaya gidip geliyordu. Yolunun üzerinde bir evin önünde oturan yaşlı bir nine, Süllü’ye her gün gelip geçerken; “Oğlum gençliğinin kıymetini bil. Bakıyorum sana, terbiyeli, yiğit bir delikanlıya benziyorsun. Aman yavrum yanlış yollara sapma. Derslerine iyi çalış. Allah sana selamet versin, yolun açık olsun…” diye telkin ve dualarda bulunuyordu. Süllü de “sağol teyzeciğim, Allah razı olsun” diye karşılık veriyordu.
Süllü lise birinci sınıfın, birinci dönemi sonunda bütün derslerini başarıyla geçti. Karnesi zayıfsızdı.
İkinci dönem başladı. Bir taraftan dersler, diğer taraftan piyes çalışmaları, sıkı bir şekilde devam ediyordu. On dokuz mayıs günü akşamı okulun konferans salonunda ilk gösteri yapılacaktı. Süllü ve ekip arkadaşları, gösteriye çok iyi hazırlanmışlardı. Programa göre, en başta müzik ekibi gösterisini yapacak, ardından piyes oynanacaktı.
Program şöyleydi. Oyun, on dokuz Mayıs akşamı Salihli çapındaki bütün okul öğrencilerine, yirmi Mayıs akşamı velilere ve halka, yirmi bir Mayıs akşamı da, Başta kaymakam olmak üzere belediye başkanı ve bürokratlara gösteri oynanacaktı.
On dokuz Mayıs akşamı okulun konferans salonu, çeşitli okullardan gelen öğrencilerle birlikte, doldu taştı. Süllü ve ekip arkadaşları yerlerini aldı. Giriş flüt ve darbukayla “Dere geliyor dere, Kumunu sere sere…” türküsüyle başladı. Giriş öyle muhteşem oldu ki, salonda bulunan bütün öğrenciler, yerlerinde oynamaya ve çığlıklar atmaya başladı. Ardından saz ekibi devreye girdi...
-DEVAM EDECEK-
-- Adversting 6 REKLAM ALANI --
-- Adversting 7 REKLAM ALANI --
-- Adversting 8 REKLAM ALANI --